YENİKAPI

Suriçi’nde Marmara sahilinde, Samatya ile Kumkapı arasında kalan semt, büyük ölçüde Langa semtiyle iç içedir. Langa’nın sahil bölümü sayılabilir. Kuzeyden, Unkapanı’dan gelen Atatürk Bulvarı’nın denize doğru devamı olan Mustafa Kemal Caddesi’nin iki yanına yayılır. Yenikapı Tren İstasyonu semtin merkezi sayılabilir. İstanbul’un, topografyası çağlar boyunca en fazla değişmiş bölgelerinden birisidir. İdari bakımdan, Mustafa Kemal Caddesi’nin batısı Fatih, doğusu Eminönü İlçeleri’ne bağlı olduğundan, semt her iki ilçe üzerindedir.

*Yenikapı İsmi

Bugün kurumuş olan Bayrampaşa Deresi’nin denize ulaştığı yerde, Bizans döneminde deniz surları bulunuyordu ve semt surların dışında yer alıyordu. Osmanlı döneminde ise burada açılan kapıdan dolayı söz konusu kapıya ve bu semte “Yenikapı” denmiştir.
Yenikapı Bizans döneminde olduğu gibi Osmanlı döneminde de surların dışarısında kalan bir alanda bulunuyordu. Surların semte açılan kapısı eskiden bilinmediği ve sonradan keşfedildiği için bu adla anılır olmuştur.
R. Janin, “Langa Yenikapısı” olarak anılan sur kapısının Yunanca adının bilinmediğini, ancak bu kapının “Kontoskeles Kapısı” olabileceğini yazar. Tam bu bölgede Marmara sahil surlarının, biri limanların önünde, diğeri kara tarafında kalan çifte surlar olduğu da bilinmektedir. Yenikapı denen sur kapısı bugünkü “Yenikapı İstasyonu” civarında olmalıydı.”*

Yenikapı Tarihi

Bizans döneminde, bugünkü Yenikapı’nın bulunduğu yörenin liman bölgesi olduğu sanılmaktadır. İstanbul’un Marmara’daki eski limanı olarak kabul gören, yeri tartışmalı olmakla birlikte “Eleutherius Limanı” ya da “Eleutherius Mahallesi’nin Limanı” denilen liman, İstanbul üzerine araştırmaları ile bilinen Batılı tarihçi Janin’e ve genel kabule göre bu bölgede bulunmaktaydı.
Bu liman ve aynı doğal koyda, hemen batısında yer alan Theodosius Limanı’nın Bayrampaşa Deresi’nin getirdiği alüvyonlarla kısa zamanda dolmasından, çağlar boyunca dönem dönem terk edilmiş, dönem dönem temizlenip yeniden açılmış olduğu düşünülmektedir. Bu bölgede limanlar; Bizans döneminde, Mısır’dan gelen buğdayın boşaltıldığı ve çevrede bulunan ambarlara depolandığı yerlerdi. Yine adı kaynaklarda ilk defa 14. yüzyılda geçen “Hebptaskalon Limanı”nında günümüzün Yenikapısı’nın doğu kesiminde bulunduğu sanılıyor. Büyük olasılıkla buradaki limanın batı bölümleri dolunca yeni liman Kumkapı yönünde, Yenikapı’da inşa edilmişti.
Osmanlı döneminde İstanbul’a gelen yabancı seyyahlardan Petrus Gylıus ise sahil kısmında Davutpaşa, Samatya, Yenikapı’nın bir bölümü ve ağırlıklı olarak Kumkapı’yı kapsayan bölgenin Bizans döneminde şehri bölgelere ayıran idari bölümlenme içerisinde 9. bölge olduğunu belirterek bu bölgedeki önemli Bizans yapılarından söz eder: “Dokuzuncu bölge bütünüyle inişli ve güneye doğru yönelerek deniz kıyısıyla son bulur; bölgede, Kainopolis ve Homonia kiliseleri olan iki kilise, Alexandria tahıl ambarı, çok ünlü Arcadia evi, Anastasia hamamı, Thedosıus tahıl ambarı, on altı sokak, yüz on altı ev, iki büyük portıcus (liman), on beş özel hamam, on beş özel fırın, dört kamu fırını, dört gradus (değirmen) yer alır, bir curator, bir vernaculus, otuz sekiz collegıtatus, vicomagister vardır.” Öte yandan yine Gylıus’a göre bugünkü Yenikapı ve Yedikule’ye dek olan saha da Yenikapı’nın bir bölümünü içeriyordu, hatta denilebilir ki asıl Yenikapı buradaydı çünkü bugünkü Yenikapı’yı oluşturan “Thedosius” ya da başka kaynaklardaki “Eleutherius Limanı” asıl olarak burada yer alıyordu.
Bu liman bölgesinin alüvyonlarla dolması ve terk edilmesinden sonra burada bostanlar ortaya çıkmış ve yöre “Langa” olarak anılmaya başlamıştı. Osmanlı döneminde de Langa bostanları ününü korumuş; Marmara sahiline doğru, dolgu bölgede zamanla bir yerleşme oluşmuştur. Osmanlı döneminde daha çok gayr-ı Müslim azınlıkların yerleştiği bu bölgede Ahırkapı’dan başlayıp Cankurtaran, Samatya, Yenikapı, Kumkapı, Kadırga ve Çatladıkapı’yı, Küçük Ayasofya’yı, Yedikule’yi geçip Zeytinburnu’na kadar uzanan bölgede yerleşen Türkler ve Müslümanlar da vardı. 17.yy İstanbul’u hakkında önemli bilgiler veren Eremya Çelebi Kömürciyan ise bölgenin ve özellikle de semtin yapısı hakkında şu bilgileri verir (Davutpaşa, Langa ve Langa Yenikapısını baz aldık, Çelebi sur kapılarını ve mahallelerini anlatırken kendine başlangıç noktası olarak Yedikule’yi almıştır ve kapıları sayarken buradan itibaren sayar).
“Üçüncü kapı Davudpaşa’dır. Küçük Vlanga Bostanı’nın bulunduğu bu yer, Yenikapı’ya kadar iki kat surla çevrilidir. “Büyükbahçe” denilen Vlanga Bostanı’nın hıyarları çok büyük olur. Dördüncü kapının adı “Yenikapı”dır. Büyük Vlanga Bostanı buradadır. Şimdi cenup tarafında bulunan denizden bu semte bakıyoruz. Denizin içinde Papazkulesi adını taşıyan bir burc vardır. Patrik David’in vekili ile bazı papazlar burada boğdurulmuşlardır. Buradan Kumkapı’ya kadar olan saha Ermeni ve Rum Mahalleleri’nin hududunu teşkil eder.”
Kömürciyan tarafından sözü edilen kule için İncicyan şu bilgileri verir (8. yüzyıla dair): “Vaktiyle denizin içinde bulunup, bazı müelliflerin İmparator Iüstinianus’un kumandanı Belisarus’un adı ile zikrettikleri kule, Bugün Yenikapı’nın dış tarafındaki ekmekçi fırınının arkasında bulunmaktadır. Burası vaktiyle geniş bir körfezdi, fakat sultan III. Mustafa’nın zamanında Laleli Camiinin inşası sırasında çıkarılan toprak ve iri taşlar oraya dökülmüş ve meydana gelen arsa, iskan yeri olarak Hıristiyanlara satılmıştır, Müslümanların buraya yerleşmeleri menedilmiştir. Mezkûr kuleye halen “papaz kulesi” denir. Çünkü sahil doldurulmadan evvel bazı Ermeni papazları patrik David zamanında bu kulenin yanında denizde boğulmuşlardı.”
Osmanlı döneminde kendi içinde bir bütün olan Yenikapı Langası bugünkü Mevlanakapı’ya kadarki bir alanı içeriyordu. Nitekim Mevlanakapı’ya adını veren Mevlevihane, burada bulunan ve Bizans döneminde burada bir kapı bulunduğunu belirten metnin bulunmasına ithafen, bulunduğu semtin adını almış ve “Yenikapı Mevlevihanesi” olarak anılmaya başlamıştı.
Cumhuriyet döneminde ise semtin demografik yapısını değiştiren en önemli olay 6-7 eylül olayları ve ardından da 1950’lerdeki göç olmuştur. 6-7 Eylül olaylarının gayr-ı Müslim azınlıkları, ama en çok da Rumlar ve Ermenileri hedef alması sonucu, İstanbul’daki Ermenilerin yoğun olarak yerleştiği semtlerden bir tanesi olan Langa-Yenikapı’da barınan Ermeni nüfus yoğun olarak buradan göç etmiştir. Ardından yaşanan göç ise semtin demografisini bütünüyle alt üst etmiş daha önceki olaylar nedeni ile göç etmemiş olan Ermeni ve Rumlar da yeni gelenlerin uyumsuzluğu ve çok kültürlü yaşama pratiğine ilişkin bilgisizliğinin bir sonucu olarak semtte yarattığı huzursuzluk nedeni ile göç etmiştir. Bugün Yenikapı’da geçmişe oranla çok az Hıristiyan azınlık yaşamaktadır.

*Langa

Yenikapı ile Langa iç içe olduğundan Yenikapı’nın tarihinden söz ederken Langa’nın da tarih içindeki gelişimini ve Yenikapı ile olan bağlantılarını ele almak kaçınılmazdır. Bu nedenle Yenikapı’nın mimari mirasından söz etmeden önce Langa’dan söz etmek gerekmektedir.
Langa, bugünkü Yenikapı bölgesini de içine alacak biçimde Aksaray’dan Marmara sahiline dik inen Namık Kemal Caddesi ile doğuda ona paralel olarak yer alan Mustafa Kemal Caddesi’nin iki yanında ve arasında yer alan eski bir semttir. Bizans döneminde ise Langa, Marmara kıyısında, bugünkü Yenikapı sahillerinde uzanan kıyı şeridi ve Eletherius ile hemen yakında bulunan Thedosıus Limanı’nın bulunduğu semtti.
O zamanlar “Vlanga”, “Ulanka” veya “Langa” adları ile anılan semt Antik Thedosıus Limanı’na dökülen Bayrampaşa Deresi’nin getirdiği alüvyonlar ile dolunca bölge bu verimli topraklarından dolayı şehrin sebze ihtiyacını karşılayan belli başlı sebze bahçelerinden (bostanlarından) birisi haline geldi. Bugün tamamen dolmuş bulunan liman 4. yüzyıldan itibaren önemli bir liman olarak kabul edilmeye başlandı. Tarihçiler, kaynaklarda bu limanın daha çok Mısır’dan gemiler ile gelen buğdayın boşaltılması için kullanıldığını ve Langa’da buğday ambarları bulunduğunu belirtmişlerdir.
Semtin ismi olan Langa’nın kökü olan “Vlanga” Yunanca’da “dışarısı” anlamına gelir. Buradan da anlıyoruz ki Langa, Bizans surları içerisinde yer alan bir yer değildi. Vlanga isminin 12. yüzyıldan itibaren kullanılmaya başlandığı düşünülür ise semtin bu tarihten önceki isminin ne olduğu hakkında herhangi bir bilgimiz olmadığı açıktır. Burası işlek bir liman ve sebze bahçesi olmasının yanında aynı zamanda imparatorların köşk olarak da kullandığı bir yerleşim bölgesiydi. Bizans döneminde burada ilk köşk İmparator I. Andronikos Komneneos tarafından 1183-1185 yıllarında yaptırılmıştır.
13. yüzyıldan itibaren ise burada Konstantinopolis’in Yahudileri yerleşmeye başlamışlardır. Osmanlı döneminde ise İstanbul’un alınmasından sonra semtin sur içinde bulunan kısmına “Küçüklanga Bostanı”, sur dışında kalan kısmına ise “Büyüklanga Bostanı” deniyordu. 15. yüzyılda sur dışında kalan Büyüklanga Bostanı’nın doğusu ve batısı da duvarlarla çevrilmişti. 16. yüzyılda ise semte yeni bir sur daha eklendi. Bugünkü Yenimahalle İstasyonu’nun bulunduğu bölge ise denizin doldurulması ile elde edilmiş bir yerdi.

Günümüzde Langa

Bugün batıda yer alan Küçüklangayı, doğudaki Büyüklanga’dan Mustafa Kemal Caddesi ayırmaktadır. Bir zamanlar bostanları ve bu bostanlarda yetişen sebzeleri ile ünlenen Büyüklanga, günümüzde İstanbul’un diğer pek çok tarihi semti gibi yoğun bir yapılaşmaya maruz kalmıştır. Bu da semti bir yerleşkeden çok bir geçiş semti haline dönüştürüyor.
Küçüklanga ise, bostanlarının anısını tarihe bırakmış ve ünlü bostanlarını sadece sokak isimlerinde yaşatır bir halde, yeşil saha olma özelliğini bile yitirmiş durumdadır. Burada sadece harap olmuş ahşap ya da kagir yapılar ile eski bostan arazisi bulunuyor. Langa’nın idari sınırları küçülmüş, son 30 yıllık süre içinde semte demografik zenginliğini kazandıran eski gayr-ı Müslim azınlıklarını yitirmiş ve artık konut bölgesi olma özelliğini nerede ise tümden yitirmiş bir semt konumunda.
Bugün Yenikapı İstasyonu’ndan itibaren Mustafa Kemal Caddesi’nin ikiye ayırdığı Büyüklanga ve Küçüklanga birbirinden kopuk iki mahalle durumundalar. Küçüklanga doğuda Mustafa Kemal Caddesi, kuzeyde Küçüklanga Caddesi, güney taraftan da demiryolu hattı ile çevrilmiş bir halde. Halen bostan artıkları ile dolu bir saha görünümünde. Bazı depo ve eski, dökük binalar ile kötü bir yapılaşma görüntüsü çiziyor. Bir zamanlar burada yer alan ünlü, marul ile hıyarların yetiştiği eski bostanları ise artık yok, bir zamanlar ün salan bostanlardan kalan tek iz ad olarak “Langa Bostanları Sokağı”.
Mustafa Kemal Caddesi’nin doğusunda kalan Büyüklanga ise büyük bir değişim geçirerek bugüne gelmiş, halihazırda giderek bir konut bölgesi olmaktan çıkıp, Doğu Avrupa’ya yönelik ticaretin oluşturduğu dükkanlar, gıda ve giyim mağazaları, Doğu Avrupa’dan gelen turistlerin kaldığı oteller, ucuz lokantalar, büfe ve dükkanlarda çalışanlara, Doğu Avrupalı turistlere hizmet veren birahaneler ile bir iş merkezi haline gelmiş durumda.
1950’lerde Büyüklanga, ağırlıklı olarak orta gelirli Rum, Ermeni, kısmen Yahudi ve yanısıra Müslümanların yaşadığı bir esnaf ve işçi semtiydi. Ancak İstanbul’un diğer semtlerinde olduğu gibi Anadolu’dan gelen göçler ile demografik yapı değişince, özellikle mahalledeki eski sakinler ile yeni gelen gençler arasında sürtüşmeler yaşanmış, bunun üzerine semtteki her kesimden (sadece gayr-i Müslimler değil Müslümanlar da) eski sakinler, buranın artık bozulmaya başladığını düşünerek, ya başka semtlere ya da yurt dışına göç etmiş ve o günden beri de semtin demografik yapısı sürekli değişim geçirmiştir. Bugün semtin eski sakinlerinden deyim yerinde ise, kalanlar bir avuç denilecek kadar azalmış durumda.
Büyüklanga’nın sınırı batıda Mustafa Kemal Caddesi ile Aksaray’ın kesiştiği yere, kuzeyde ise Hayriye Tüccarı Caddesi, doğudaysa Koska’ya doğru uzanan Asya Sokağı ile çizilse de bu sınırın içine Kumkapı’daki Nişanca Mahallesi de girer.
Langa, eski zamanlarda deniz tarafındaki surlar ile sona erermiş, bugün sözü edilen sahil surlarının yerinde “Langa Hisarı Sokağı” bulunuyor. Daha güneyde ise semtinki de dahil olmak üzere bölgenin nerde ise tüm trafik yükünü çeken dolgu saha ile Yenikapı sahil yolu yer alıyor.
Burada bulunan ve Banisi Malkoç Süleymanzade Ebubekir Efendi olan ve yapım tarihi 17. yüzyıla kadar dayanan Malkoç Süleyman Ağa Camii, 1868’de Sahaflar Şeyhi Ali Hoca tarafından onartılmışsa da, ne yazık ki İstanbul’u vuran asıl deprem olan ve bize özgü tarih katili modernleşme politikalarının bir sonucu olarak, sahil yoluna kurban verilmiş ve büyük oranda ortadan kalkmış. Langa’daki-İstanbul’un diğer tarihi semtlerinde olduğu gibi-tek tarih cinayeti bu değil elbette. Semtin eski camilerinden birisi olan ve Mermerciler Sokağı’nda yer alması gereken ve I. Ahmed döneminde sarayın hesap işleri ile ilgilenen Muhasebeci Ahmet Efendi’nin yaptırdığı “Muhasebeci Camii” de söz konusu gelişmeler ile ortadan kalkan ve bugün yerini, küçük bir meydan ile bu meydanda bulunan bir “cafe”nin aldığı yapılardan.
Ünlü Vatan ve Millet Caddeleri’nin ekseniyle, Yenikapı sahil yolunun dayattığı yapılaşma ve betonlaşmayla, yoğun trafik akışına cevap vermek amacıyla açılan yollardan kaynaklanan tahribattan Laleli ile birlikte en çok etkilenen semtlerin başında Langa’nın geldiğini söylemek abartı olmaz.
Langa’da bu afetten kurtulan tarihi yapılardan birisi semtin tarihinde önemli bir yeri olan Katip Kasım Efendi’ye ait Katip Kasım Efendi Camii’dir. Katip Kasım Efendi kimi kaynaklarda, II. Bayezid’ın 16. yüzyıl başlarında Sır Katibi olarak geçer. Kasım Bey hem bu semtte, hem de başka semtlerde kendine ait emlaklerinin gelirini semtteki mektep, çeşme, cami ya da mescit gibi binaların yapımını finanse etmekte kullanan ve bu nedenle semtle özdeşleşen önemli bir tarihi simadır.
Semtteki sokak isimleri ise Cumhuriyet’in başında ve sonrasında yaşanan isim değiştirmelerden pek etkilenmemiş ve semtin tarihi kimliğini aksettiren isimlerdir. Örneğin burada bulunan Hadım Odaları Sokağı’na ismini veren Hadım Odaları hakkında bilgi yoktur. Muhtemelen saray haremindeki hadımağalarının vakfettikleri gelirler ile inşa edilmişti. Semtteki diğer tarihi sokak isimleri ise daha çok eski esnaf isimlerini taşır: Sepetçi Selim Sokağı, Beşikçi Sokağı, Mermerciler Sokağı, Hayriye Tüccarı Caddesi, Natırkızı Sokağı bu tür sokaklardır.
Bugün semtte bulunan ve günümüze kadar ulaşan başlıca tarihi yapılardan birisi olan “Ayios-Teodoros Rum-Ortodoks Kilisesi”nin bulunduğu “Alaca Camii Sokağı”na ismini veren mescit ise ne yazık ki 18. yüzyıldaki yangınlardan birisinde tamamen yandığı için günümüze kadar ulaşamamıştır.*

Yenikapı’da Eserler

Eleutherius ve Thedosıus Limanı

Bizans döneminde İstanbul’un (Konstantinopolis) Marmara kıyısındaki limanlarından birisi de, Şehrin güney tarafında (bugünkü Yenikapı sahilinde) bulunan “Eleutherıus (Elefterios) Limanı”ydı. Bu liman doğal bir koy olup, eski adı “Likos (Lykos) Deresi” olan “Bayrampaşa Deresi”nin denize döküldüğü yerde bulunuyordu. Liman adını burada kurulu bulunan aynı adlı mahalleden almıştı. Şehrin kurucusu I. Konstantinus zamanında yaşayan, Eleutherıus (Elefterios) adındaki bir soylunun özel sarayının da bulunduğu yöre, bu adla anılıyordu.
Mahalleye ve limana adını veren soylu Elefterios’un mermerden bir heykeli, dibi taş döşenmiş olan bu limanı süslüyordu. Heykelin bir elinde sepet, diğer elinde ise buğday başaklarındaki daneleri ayırmaya yarayan bir tırmık tutuyor olarak tasvir edilmesi, bu limanın şehrin buğday siloların da bulunduğu bir bölge olduğu, özellikle de bu yönü ile öne çıktığının en önemli göstergesi sayılmaktadır.
Kimi tarihi kayıtlarda bu limanın imparator ve şehrin kurucusu I. Konstantinus zamanında “Tauri Forumu”nun düzenlenmesi esnasında çıkan toprakla kısmen doldurulduğu yönünde ifadeler yer alsa da M. S 330 yılında yapılmış bulunan bir limanın, yapımından 60 yıl sonra doldurulmuş bulunması başka tarihçiler tarafından mantıklı ve inandırıcı bulunmamıştır.
Limanın dolma nedeninin Taurus Forumu’ndan çıkan toprakla dolgu yapılması ile değil, Likos (Bayrampaşa) Deresi’nin getirdiği alüvyonlar ile dolması olduğu daha mantıklı bulunmaktadır. Bu nedenle limanın dolmaya başlayan batıdaki kısmı İmparator I. Theodosıus tarafından ıslah edilmiş ve doğudaki Eleutherius bölümü ile arasına bir duvar çekilerek ayrılmıştır. Bu olaydan sonra ise limanın bu bölümü Theodosius’un adı ile anılır olmuş.
Eleutherius Limanı’nın gerisinde Horrea Aleksandirina (İskenderiye buğday silosu) ile Thedosıus buğday silosu bulunuyordu. Buralar bugünkü Yenikapı ile Langa’yı kapsayan bir alandı. Bugün bu limandan hiçbir iz bulunmuyor. Liman daha Osmanlı’nın İstanbul’u aldığı zamanda bütünü ile dolmuş bulunuyordu. Ve o zamanlardan burası tarım yapılan bir arazi konumundaydı.
Eski limanları şehir tarafından çeviren surların kalıntıları ise kıyının iç bölümlerinde bile bugün dahi görülebilir durumdalar. Önceleri (Osmanlı döneminde) limanların girişinde bulunan çifte kulelerden birisinde Bizans İmparatorlarından II. Mihael adına, buranın onarımını yaptırtmış olması nedeni ile bir kitabe bulunuyormuş.
1955 yılında şehrin tarihi dokusu açısından bir afet haline gelen Yenikapı sahil yolu, şehrin tarihi yerleşimini hiçbir biçimde göz önüne alınmadan yapıldığından limanın son kalan izleri de kıyının çok uzağında kalmış ve bugün görülemez olmuştur. Osmanlı tarih yazımı açsından ayrıcalıklı bir yere sahip olan ünlü tarihçi Hammer burada 1820’lerde eski limanın bulunduğu yerde üç ayazma bulunduğunu yazar. Bu ayazmaların nerede kaldığı tam olarak bilinemiyorsa da muhtemelen Langa’da yer alan iki ayazma bunlardır.

Eletherius Sarayı

I. Konstantinus zamanında yaşayan ve unvanının ne olduğu kesin olarak bilinmeyen soylunun yaptırdığı saray ya da konağının bulunduğu ve limanla, çevredeki mahalleyi de kapsayan alana adını veren yapıydı. Sarayın şimdiki Yenikapı civarında bulunduğu sanılıyor. İmparatoriçe Eirini de (İreni) yeri tam olarak bilinmeyen ama kimi kaynaklarda sözü edilen bir saray yaptırmış ve burada yaşamıştı. İrene’den sonraki dönemde ya da tasvirkırıcılığın (ikonaklazma) yeniden güçlendiği bir esnada bu sarayın mahzeni tasvirseven (ikonaklast) din adamlarının kapatıldığı bir zindan işlevi de görmüştü.
Yine Bizans kaynaklarında Papa Hadrianus’un Bizans’a yolladığı temsilciler de burada ağırlanmış ve imparator tarafından kabul edilmişlerdi. Bu da söz konusu sarayın saray çevresine hayli yakın bir soyluya ait olduğunu ve yarı resmi bir işlevi de olduğunu gösteriyor. Bir belgede bu sarayın görevlilerinden bahsedilmekte, bu da sarayın 11. yüzyılda ayakta olduğunun işareti kabul edilmektedir. Bu tarihten sonra ise bu saraya ilişkin hiçbir resmi ya da gayr-ı resmi kayda rastlanmamakta. Muhtemelen saray bu tarihten sonra harap hale gelerek yıkılmıştı. Günümüzde bu saraya ilişkin hiçbir iz bulunmamaktadır


Cami ve Mescitler

Katip Kasım Camii

Yenikapı-Aksaray Bulvarı’nın batısında Katip Kasım Caddesi üzerindedir. Bir ismi de Sofular Mescidi’dir.
Banisi II. Bayezid’in sır katibi olarak da bilinen Kasım bin Abdüllahü’l Katip’dir. Vakfiyesi 1504’te tanzim edilmişse de inşa tarihi kapısında 1500 olarak gösterilmektedir. Bu vakfiyeye göre, Katip Kasım yaptırdığı cami ve mektep için 17.000 akçe nakitin yanında, evler, odalar, bir su kuyusu ve hamam vakfetmiştir. Ancak vakfiyede sözü geçen mekteple ilgili herhangi bir iz olmadığı gibi buna ilişkin herhangi bir bilgi de mevcut değildir. Bazı kaynaklarda caminin 1691 yılında yenilendiği yönünde bilgiler bulunmaktadır. Caminin bugünkü mevcut halinin ise son dönemlerde yapılan yenilenme sonucu ortaya çıktığı bilinmektedir.
Katip Kasım Camii küçük ve basit bir yapıdır. Eski binadan ancak pencere üstlerindeki tuğladan basık kemer izleri durmaktadır.

Malkoç Süleyman Ağa Camii

Langa Yenikapısı, Dülbentçi Hüsameddin Mahallesi, Yenikapı Sokak’ta bulunan Malkoç Süleyman Ağa Mescidi, Malkoç Süleymanzade Ebubekir Ağa tarafından yaptırılmıştır. Minberini ise daha sonra Ali Efendi koydurtmuştur.
Cami zamanla harap olmuş, kapı kitabesinde belirtildiği gibi 1868 yılında Sahaflar Şeyhi Hoca Ali tarafından yenilenmiştir. Fevkani olan caminin altında dükkanlar bulunmaktaydı. Kagir olarak yapılan cami zamanla harap olmuş, Aksaray-Yenikapı yolu açılırken arsanın bir bölümü yola alınmış, bir kısmı da yeşil saha olarak kullanılmıştır.

Dülbentçi Hüsameddin Mescidi

Yenikapı civarında, kendi adıyla anılan mahallede bulunan Dülbentçi Hüsameddin Camii’nin banisi, Dülbentçi Hüsameddin Çelebi adında hayırsever bir esnaftır. Mescidi yanında gömülmüştür. İstanbul Ansiklopedisi’nde, Molataşı üzerinde bulunan mescidin Sultan II. Mahmud zamanında yaptırılan tamiri esnasında camiye manzum bir tarih yazan şair Ayntablı (Antepli) Ayni Efendi, bani Dülbentçi Hüsameddin Efendi’yi Fatih devrinin önemli kişilerinden biri olarak tanıtır. Bu da caminin yapım tarihinin Fatih dönemi olduğunu gösterir. Caminin minberi daha sonradan Dergah-ı Ali kapıcıbaşılarından Reis Kethudası Hacı Mustafa Ağa tarafından koydurulmuştur. Tarihi kaynaklarda bu caminin çevresinde konut olmadığı ve sakinlerinin çarşı-pazar erbabı olarak geçen esnaf olduğundan, günde üç vakit namaz kılındığı belirtilir.
II. Mahmud zamanında, 1815 senesinde bir kez onarım görerek yenilenmiş, ancak sonraki yıllarda yeniden harap duruma düşmüş, son olarak da arsası satılmıştır. Nişanca yangınında harabeye dönen cami onartılmamış, arsası Vakıflar Müdürlüğü tarafından bir şahısa satılmıştır. Ondan da bir başkası satın almış ve bir dükkan yaptırmış, banisi olan zatın kabrini de taşla çevirterek koruma altına almıştır. 1945-48 yıları arasında bölge halkı, zata evliya muamelesi yapmış ve kabrinin bulunduğu yerde adak mumları yakılmıştır.

Alaca Mescid

Yenikapı ile Laleli arasında Mesih Paşa Mahallesi’nde bulunan Alaca Mescid’in banisi Alacacı Hoca Mustafa’dır. Caminin minberini daha sonradan hayırsever bir kadın koydurtmuştur.
Fevkani olarak yapılmış bulunan mescit, büyük Aksaray yangını esnasında yanarak harap olmuş ve onarım görmediği için de yıkılarak geriye hiçbir iz bırakmamıştır.

Nişancı Mehmed Paşa Camii

Türkeli Caddesi ile kendisinin ismiyle anılan sokağın arasında bulunur. Yapının banisi, Fatih Sultan Mehmed’in son sadrazamı Karamani Mehmet Paşa olup 1481’de şehit edilmiştir. Mevlana soyundan gelen Mehmet Paşa, caminin batı tarafında yer alan hazireye gömülmüştür. Caminin yapım tarihi 1475’tir. Bu camii İstanbul’u sarsan büyük depremlerden birisi sırasında yıkılmış ve yerine yeni bir cami yapılmıştır. Yapı İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri’ne “Arifoğlu Nişancı Mehmet Paşa” adı ile kaydedilmiştir.
Yapının avlu tarafında, ortada yer alan mermerden bir fıskiyeli havuz, sol tarafında ise abdest alınan bölüm bulunur. Dıştan batı cephesinde mermer bir tuğra dikkat çekmektedir.

İlyas Efendi Mescidi

Hadika’ya göre banisi İlyas Şucâ’eddîn ibn-i İlyas’tır ve kendisi Dimetokalı’dır. İlyas Efendi Edirne’deki Sahn Medreseleri’nde müderris iken Bayezid devrinde emekli olmuş ve 1515 senesinde vefat etmiştir. Caminin yapım tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, banisi ölüm tarihinden önce bu camiyi yaptırmış olduğundan yapım tarihinin 16. yy olduğu söylenebilir. Baninin kabri de mescidin içinde olup, kendisinin yanısıra iki oğlu da bu mescide gömülmüşlerdir. Langa Yenikapısı’ndaki bu mescit hangi nedenlerden dolayı yıkılarak günümüze ulaşamamıştır bilinmemektedir.

Şâh u Gedâ Mescidi

Kanuni dönemi şairlerinden Yahya Bey’in, mescidin banisi Mehmed Şah hakkında yazdığı Şah u Geda manzumesinden dolayı bu isimle anılmıştır. Mezarında Mustafa Çelebi’nin 1564 senesinde söylediği şu beyitin yazılı olduğu Hadika’da belirtilmektedir:

“Ruhuna itdi du’â didi Hüdâyi tarih
Şâh Bey Eyledi ukbaya sefer vah meded”

Yapım tarihi hakkında net bir bilgi yoktur, ancak 16.yy’da yapılmış olduğu sanılmaktadır. Duvarları kesme taş ve tuğladan olan bu fevkani caminin son cemaat yeri ise ahşaptandı.
Şah u Geda manzumesinin yazarı Yahya Bey ünlü bir şairdir ve Arnavut asıllıdır. Hadika’da hakkında hayli kapsamlı bilgi verilmektedir. Buna göre kendisi de bir Yeniçeri kâtibi olan Şehabettin Bey’den ders almış, Kanuni Sultan Süleyman dönemindeki edebiyat çevrelerine girmiş ve dönemin şairleri ile yakınlık kurmuştur. Dönemin büyüklerine ve Sultan Orhan’a kasideler yazmış ve bunlar çok beğenilmiştir. Sultan Bayezid vakfının mütevellisi yapılan ve kendisine yirmi bin akçe bahşedilen şair döneminde çok beğenilen bir kişiymiş. Bu mescidin hangi nedenle günümüze ulaşmadığı bilinmemektedir.

Etyemez Tekkesi Mescidi

Kiliseden çevrilerek tekke ve mescit haline getirilmiştir. Vakfedeni Ni’me-l-ceyş’ten eş-Şeyh Derviş Mirza Baba b. Ömerü’l Buhari’dir. Hadika’da Vakfiyesi’nin 1481 senesinde tescil edildiği yazmaktadır. Buradan yola çıkarak yapım tarihinin 1480 olduğu tespitine varılabilir. Banisi mescidin civarına gömülmüştür. Küçük Langa’ya açılan caddede olduğu sanılan bu tekkede Ömer Efendi’den sonra, oğlu Şeyh Ali Efendi ayinleri yönetmiştir.

Üsküblü Mescidi

Banisi Fatih dönemi çağırıcıbaşılarından Çakır Ağa’dır. Vakıf senedine göre vakfedenin bu eserden başka altı mescidi daha olup, bunlardan dördü İstanbul’dadır. Bunlardan birisi de Mercimek Mescidi’dir. Aksaray yakınlarındadır ve kendi ismiyle anılmaktadır, diğeri ise Cibalide’ki Yağlıkçılar Mahallesi’nde yer alan Nerdbanlı Mescid’tir. Mescidin minberini ise daha sonradan Sultan II. Bayezid zamanında defterdar olan Süleyman Efendi koydurtmuştur.
Mescidin yapım tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Ancak eserlerin tümünün, vakfiyesinin tescil edildiği 1479 tarihinden önce yapılmış olduğu kesindir. Duvarları kagir, çatısı ahşap olup, minaresinin kalın gövdeli olduğu bilinen cami günümüze ulaşmamıştır.

Yenikapı Camii

Yenikapı Mevlevihanesi Mahallesi’nde bulunan bu caminin banisi Sadrazam Sofu Mehmet Paşa’dır. 1623’te yapılan cami sonraki dönemlerde onarım görmüşse de günümüze kadar ulaşamamıştır.

Bostan Camii

Bostan Camii’nin banisi Bostancıbaşı Abdullah Ağa’dır. Caminin ismi yapıldığı yerdeki Langa Bostanı’na yakın olmasından gelmektedir. Camiyi yaptıran Abdullah Ağa’nın bir de İstavroz ve Fıstıklı’da bir camisi ve bir de mescidinin olduğunu Hadika’dan öğreniyoruz. Üçünün de vakfı daha sonra Yenikapı ve Aksaray’ın kesiştiği noktada yer alan Pertevniyal Valide Sultan Camii’ne geçmiştir. Yapım tarihi 16.yy olan bu caminin vakfı Abdülhamid döneminde yine el değiştirmiş ve bu kez de Sultan Abdülhamid tarafından Beylerbeyi’nde yeni yaptırdığı camiye ilhak edilmiştir.

Muameleci Mescidi

Yenikapı ile Laleli arasında Mesih Paşa Caddesi üzerinde yer alan mescidin banisi Şeyh Mustafa Efendi’dir. 17. yy sonlarında yaptırılmıştır. Fevkani olan mescidin duvarları kesme taş ve tuğla olup, çatısı ahşaptır. Minaresi ise kısa ve yuvarlaktır.

Muhasebeci Camii

Langa’da Mermerciler Sokağı’nda bulunan caminin banisi Sultan I. Ahmed devri ricalinden ve padişahın muhasebecisi olan Muhasebeci Ahmed Efendi’dir. Kagir olarak inşa edilen cami semtteki büyük yangınlar esnasında harap olmuş ve onarım görmediği için de günümüze kadar ulaşamamıştır.

İyine Bey Mescidi

Küçük Langa’da yer alıyordu. Banisi İmrahor İlyas Bey’in oğlu İyine Bey’dir. II. Bayezid devrinde yapılan bu mescit, III. Mustafa döneminde yangın geçirmiş daha sonra Ali Ağa tarafında yenilenmiştir. Fakat sonraki dönemlerde harabeye dönen cami yıkılmış ve günümüze kadar ulaşamamıştır.

Mercimek Tekkesi

Katip Kasım Mahallesi’nde yer almaktaydı. Mercimek Tekkesi, aynı adı taşıyan mescide 18.yüzyılın son çeyreğinde Rıfai Tarikatı tarafından bir şeyh atanması ile kurulmuştur. Mercimek Mescidi ise Fatih Sultan Mehmed döneminde, Beyazıt’ta, Koska’da ve Cibali’de de birer mescit inşa ettirmiş bulunan Çakır Ağa tarafından yaptırılmış, bütün bu eserlerin vakfiyesi ise 1479 yılında tescil ettirilmiştir.
Yakınında bulunan Alaca Mescid’in adıyla da anılan tekkenin ilk postnişini Şeyh Osman Hilmi Efendi’nin halifesi Şeyh Mehmed Sadık Efendi olmuştur. Adı geçen şeyhin aynı zamanda tekkenin banisi (yaptıranı ve kurucusu) olduğu düşünülmektedir. Nitekim tekke Osmanlı dönemindeki bazı tekke listelerinde “Şeyh Sadık Tekkesi” ve “Şeyh Sadık Efendi Tekkesi” isimleri ile zikredilmiştir.
Bulunduğu semtle birlikte 1918 tarihli Aksaray yangını esnasında yok olan tekke, tekrar inşa edilerek kazanılma yoluna gidilmediğinden günümüze ulaşmamıştır. E. H. Ayverdi’nin “19. Asırda İstanbul Haritası” adlı eserinde bir Rıfai Tekkesi olarak adı geçen tekke, yangın sonrası hayli değişmiş olan çevreye göre konumlandırılmakta, bu haritada tekkenin bulunduğu alan Alaca Mescit Caddesi ile Tekke Sokağı’nın kavşağında gösterilmektedir.

*Kürkçübaşı Sokağı Çeşmesi

Yenikapı Küçük Langa Caddesi civarında Kürkçübaşı Sokağı’nda yer almaktadır. İlk yapım tarihi 1723’tür, çeşmeyi ilk kez kimin yaptırdığı bilinmemektedir. Daha sonra Refia Hanım’ın ruhunun şad edilmesi için 1823 senesinde onarım görmüştür. İ. Hakkı Danişmend’e göre, çeşmenin dört beyitlik ilk kitabesindeki tarih belirten manzum beyit şöyledir;
“Fenniya tarihini atşane ihsas eyledim
Aktı bu çeşmeden abıhayatı canfeza”*

Kiliseler

Surp Tateos Partğomeos Kilisesi

Yenikapı’da yer alan en yeni kilisedir. Patrik II Mateos tarafından 6 Nisan 1846’da temeli atılıp 1848’de ibadete açılan bu kagir kilise en son 1969 yılında onarım gördü. Kilisenin bir de kitabesi bulunmaktadır.

Surp Sarkis Kilisesi

Yenikapı’nın en eski kiliselerinden biriydi. Samatya’daki patrikhane taşınmadan önce bu kilise inşa edilmişti. Semtte o dönemde yer alan Surp Nigoğayos Kilisesi ile birlikte yer alıyordu. Surp Nigoğayos Kilisesi semtin daha içerisinde yer alırken, bu kilise semtin dış mahallesinde tarihsel kaynaklarda “Papazın kulesi” olarak da geçen ancak İstanbul fethedilmeden önce Bizansın burada yaptırdığı burçlardan biri olan hisarın dibinde yer alıyordu.
Kilisenin inşa tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, Fatih döneminde bu kilisenin Ermenilere ait olduğu ve Yenikapı’da yer aldığı, Erivan Yazma Eserler Kütüphanesi’nde yer alan bir kitabın içine düşülen nottan anlaşılmıştır. Nitekim Fatih Sultan Mehmed’in özel hekimi Amasyalı Amir Dovlat 1674 tarihli “Kirk Ramgagan” adını taşıyan eserinde bu kilisenin İstanbul alınmadan önce varolduğunu teyit eder.
Kilise, 14 Temmuz 1606 senesinde çıkan bir yangın nedeni ile burada yer alan dokuz Rum kilisesi ile birlikte yok olmuş, daha sonra yeniden onarılmıştır. Lakin İstanbul’u kasıp kavuran yangınlar nedeni ile kilise (dönemin ahşap ağırlıklı mimarisi de göz önüne alındığında) bir kez daha, bu kez 1642 senesinde geçirdiği yangın nedeni ile harap olacak derecede yanmıştır. Kilisenin yapımı ve onarımı için verilen izne rağmen dönemin tutucu kazaskerinin (Ermeni kaynaklarında kilise delisi olarak anılmaktadır) güçlük çıkarması nedeni ile onarımına ara verilmek zorunda kalmıştır. Kilise nihayet 1674 yılında yeniden inşa edilmiş, fakat sonraki yıllarda (17.yy’a kalmadığı Eremya Çelebi Kömürciyan’ın kitabında belirtilmiştir) henüz tespit edilmeyen ve tarihsel kaynakların da kesin bir neden gösteremeyişinden dolayı (Eremya Çelebi, İnciyan ve Hovennesyan, kilisenin son yıkımdan sonra onarım izni alınamaması nedeni ile sonraki yıllara kalamadığını belirtirler) net olarak bilinmeyen bir nedenle yine yıkılmıştır.

Surp Nigağoyos Kilisesi

Langa’da yer alan bu kilisenin de yapım tarihi kesin olarak bilinmiyor. Kaynaklarda bu kilisenin de 16.yy’da Langa-Yenikapısı içinde mevcut olduğu belirtilmektedir. Karagümrük’te yer alan, aynı adı taşıyan kiliseden ayırdetmek için bu kiliseye “Küçük Surp Nigağoyos Kilisesi” denirdi. Kilise bugün mevcut olmayan Çinili Hamam ve Cüce Çeşmesi’nin bulundukları yerin hemen yakınında yer alıyordu. 1645 yılında semti kasıp kavuran yangınlarla harap olunca, yeniden yaptırılmış, ama aradan bir süre geçtikten sonra bu kez de 1661’de çıkan bir yangın ile tekrar kül olunca bu kez cemaatin hayırsever üyelerinden Sahak Abro Çelebi ve Ayıntablı (Antepli) Eğyazar’ın çabaları ile 1662’de eskisinden daha büyük bir biçimde inşaa edilmesi sağlanmışsa da, Vâni adlı sözde aşırı dindar ama gerçekte kurnaz bir kişiliğe sahip olduğu Ermeni kaynaklarında belirtilen bir din adamın kışkırtmaları ile Sadrazam Köprülü Mehmed Paşa tarafından önce on dört gün kapatılmış, daha sonra da semtte yer alan Rum kiliseleri ile birlikte bu kilise de yıktırılmıştır. Günümüzde kilisenin bulunduğu yerde yer alan, daha küçük boyutlu ve 1813’te yaptırılan Ermeni kilisesi ilk kez 1813’te onarım geçirmiştir.
Kilisenin bir başka özelliği de, içinde o dönem Türkiye’de ilk matbaa açan Apkar Tıbır tarafından Ermenice kitaplar basan bir matbaanın açılmış olmasıdır.

Teodoros (Ayios) Kilisesi

Yenikapı’da yer alan bu eski Rum-Ortodoks kilisesinin doğusunda Paşazade Sokağı, kuzeyinde Hayriye Tüccarı Caddesi, güneyde İmrahor Hamamı Sokağı bulunur. Kilise, çevresini kuşatan yüksek duvarların içinde kalan genişçe bir avlunun tam ortasında yer alır. Avlunun batı tarafında “Langa Özel Rum ilkokulu”, güneyinde “Ayios Teodoros Ayazması” bulunur.
Kilise, 1583 tarihli Tryphon ve 1604 tarihli Paterakis listelerinde yer almıştır. 1645’te Kumkapı’daki yangında tahrip olan Ermeni kiliseleri ile birlikte Sultan İbrahim’in yazılı izniyle yeniden inşa edilmiş. 18. yüzyıl sonunda Balatlı Hoveannesyan’ın kaynaklarında “Langa taraflarında Ay Teodoros” ismiyle geçen kilise, kitabesinden elde edilen bilgilere göre 1830’larda yeniden inşa edilmiş, en son tüm İstanbul’u kasıp kavuran ve şehrin en büyük demografik zenginlik kaynağı olan azınlıkların büyük bir bölümünün göçlerine neden olan 6-7 Eylül olayları esnasında önemli ölçüde tahrip olmuş, ancak yenilenerek bugüne gelmiştir.
Doğu-batı doğrultusunda dikdörtgen planlı olarak yapılan kilise, bazilikal plan tipindedir.


*İstanbul Deniz Otobüsleri Yenikapı İskelesi

1987 yılından beri İstanbul’da ulaşıma büyük kolaylık getiren İDO’nun (İstanbul Deniz Otobüsleri İşletmesi) Kabataş-Kadıköy arasında başlayan seferlerine, daha sonra Bostancı, Bakırköy, Adalar seferleri de eklenmiştir. 1997 yılında Kabataş’tan sonra ikinci büyük ana hat haline gelen Yenikapı’da, Yenikapı-Yalova arasında açılan hızlı feribot hattı ve buna son olarak eklenen Yenikapı-Bandırma seferleri ile bir merkez haline gelen Yenikapı Deniz Otobüs İskelesi üç ana iskele, bir yolcu bekleme salonu ve gişelerden oluşuyor.*

Günümüzde Yenikapı

Yörenin topografyasını bir kez daha değiştiren gelişme 1957-1960’ta Sirkeci-Florya sahil yolunun yapılması ve bu amaçla, bu bölgede denizin bir kez daha doldurulmasıdır. Daha sonraki yıllarda Yenikapı önündeki yol ve sahil şeridi, tanzim edilmiş, yeşillendirilmiştir.
Günümüzde Yenikapı tarihteki kentsel çok kültürlülük işlevini bir ölçüde sürdürmektedir. Marmara kıyısında Mustafa Kemal Caddesi’nin açıldığı trafik kavşağı ve meydanın önünde deniz otobüsü iskelesi vardır. Sahil şeridinde Samatya’dan Kumkapı’ya kadar, sahil yolunun deniz tarafında, üstünde halı sahalar, Yenikapı, Aksaray yerleşmesinin denize açılan kapısı, tren istasyonunun da bulunduğu bir ulaşım kavşağı ve denize bakan kahvelerin, gazinoların olduğu az nüfuslu bir semt olarak kalmıştır. Turistik tesisleri, küçük büfeler, oturma yerleri bulunan düzenlenmiş bir yeşil şerit görülür. Altta sahil yolunun tren yolu tarafında restoran, kahve ve gazinolar birbirini izlemektedir. Yenikapı İstasyonu’nun çevresinde küçük bir yerleşme bölgesi vardır. İskele Meydanı veya Yenikapı Meydanı da denilen, sahil yoluna Mustafa Kemal Caddesi’ne, buradan Aksaray ve Unkapanı üzerinden Beyoğlu yakasına ulaşımını da sağlayan geniş ve yeşillendirilmiş kavşak, yoğun trafiğe rağmen çevreye ferah bir görünüm vermektedir.
İstasyonun altında bulunan “Gar Gazinosu” ve karşısında, meydanın kuzey doğusundaki “Çakıl Gazinosu” çevrenin en eski gazinolarıydı. Yakın zamanda Çakıl Gazinosu’nun binasının ek bölümünde “Bazaar” adlı turistik amaçlı bir küçük çarşı açılmıştır.
Yenikapı günümüzde ağırlıklı olarak ulaşım ve trafik kavşağı işlevine sahip, konut bölgesi olmayan bir geçiş semtidir.

*Yenikapı’da Eğlence Anlayışı

Semt enformel küreselleşmenin ve buna bağlı olarak değişen eğlence hayatının en net görüldüğü bir semttir. Çağlar Keyder tarafından küresel akışların biçimsel yönünün dışında gelişen ve kimi zaman mafya ile de ilişkilenen bu tür küreselleşme, doğu blokunun yıkılması ile birlikte Laleli’de ortaya çıkan bavul ticareti ile ülkemize gelen doğu blokuna mensup kadınların eğlence yaşamına da girmesiyle oluştu.
Bu süreçte Yenikapı’da zaten değişim süreci içerisinde olan eğlence sektörü yön ve biçim değiştirmiştir. Böylece daha önceleri meyhane olan yerler birahane ve içkili restorantlara ve barlara, gazino ve pavyon türü eğlence yerleri de gece kulübü ve diskolara döüşmektedir.
Eskiden beri canlı bir eğlence hayatının merkezi konumunda olan Yenikapı formel küreselleşmenin ortaya çıkardığı Etiler ve Tarabya’daki eğlence yerlerinin müşteri kitlesinden farklı bir toplumsal gruba hitap eden, enformel eğlence sektörünü oluşturmuştur. Buralarda özellikle Ukrayna ve beyaz Rusya’dan gelen kadınlar dansçı, revü yıldızı, çoğu zaman da hayat kadını olarak eğlence sektöründe yerini almıştır.
Gece hayatının her zaman bedenle ve bu anlamda sosyal ihtiyaçlar ile ilişkili olduğu genel bir kabuldür, ancak günümüzde eğlence sektöründe nerede ise yegane amacın bu olduğu yönünde bir kanı mevcuttur. Melek Güneş’in, konunun bu yönüne dikkat çeken ve İstanbul Dergisi’nde yer alan “Gece hayatı gündüz de yaşanır” başlıklı yazısında, Yenikapı ölçeğinde yabancı kadınlar dolayımında yaşanan bu haz merkezli eğlence anlayışına yönelik önemli tespitlere yer vermektedir. Cinselliğin yaşadığımız zaman diliminde insanları oyalayan ve bu anlamda da kentsel hayatın önemli bir vechesi olan kamusal hayata aktif katılım ve bunun üzerine kurulan demokratik özgürleşim fikrinin tam tersi etki yaratarak bireyleri pasifleştirip, salt bir haz tüketicisine dönüştüren futbol, fiesta ve acılı müzikten sonra dördüncü bir boyutu olduğunu belirten yazar bir uçtan diğerine salınan bir süreçten söz açar: “İnsanlık, bedeninin cinsel bir varlık olduğunun inkar edildiği dönemlerden geçti. Bunun sonucu ortaya çıkan kısıtlamalar epeyce ele alınmıştır, hatta özgürlükçü literatürün önemli bir kısmının buna ayrılmış olduğunu söylemek yanlış olmaz. Ancak şimdilerde tam aksi bir süreçten geçiyoruz ve bedenin cinselliğinden bağımsız bir varlık olarak algılanması söz konusu olamıyor… Beden, esas olarak ve hatta bazen sadece cinsellikten ibaret bir varlık olarak algılandığı için, örneğin spor gibi bedenle ilgili eğlenme biçimleri de gitgide cinselleştiriliyor. Yani uzun lafın kısası, cinselliği ve dolayısıyla cinsiyeti hatırlamadan eğlenmek çok zor, neredeyse imkansız.”
Konuyla ilgili olarak Şükrü Argın da modern zamanların insanları bir ikilem içerisinde bırakarak gündüz püriten yani ahlakçı ve çileci, gece ise playboy olmaya sevkettiğini, bunun da yaşadığımız zamanın tüm insani etkinlikleri tüketim kalıbı içerisinde ifade etmesi ile ilgili olduğunu belirtiyor.
Türkiye’de de Batılılaşma etkisiyle dönüşüme uğrayan eğlence anlayışı “beden” üzerine kurulmaya başlanmıştır. İşgal dönemi İstanbulunun gece hayatını renklendiren Ruslar o dönemde toplumun geleneksel ahlak değerlerinde Batı’ya açık kesimler düzeyinde çözücü bir etki yapmıştı. O dönemde bu anlayışın ifade bulduğu “Direklerarası”nda eğlencenin vazgeçilmez unsuru olan Kantocu kızların yerini, bugün Beyaz Rus, Ukraynalı ya da Doğu Bloku ülkelerinden gelen revü ya da dansçı kızlar alıyor, müzikten çok kadınların vücut hatları müşteri çekiyor. Kantocu kızlar nasıl o dönem “aşk skandallarına” yol açarak aile yaşamında sarsılmalara yol açtıysa, günümüzde de Yenikapı-Aksaray hattındaki eğlence yerlerine müşteri toplayan yabancı kadınlar, toplumsal dokuda, özellikle aile hayatı üzerinde çözücü bir etki doğuruyorlar, anomi dediğimiz değer karmaşasının şiddetlendirici bir katalizörü oluyorlar.
Tüm bu etkenler sonucu özellikle Yenikapı’daki eğlence yerlerinde öbekleşen yabancı kadınlar, bir yandan semtin eski kozmopolit ve eğlence merkezi konumunu yeniden tahkim ederken, aynı zamanda dışlama mekanizmalarının, kimliksel kodlamaların ve bu anlamda “ötekileştirme”lerin de boy hedefi haline geliyorlar. İrvın Cemil Schıck’ın, başkalaştırıcı zihniyet yapısının Osmanlı toplumsal yapısına bütünü ile erotize edici bir anlayışla yaklaşmasını konu edinen, “Batının Cinsel Kıyısında” kitabında sözünü ettiği bu bakış, bugün tarafımızdan söz konusu eğlence yerlerindeki kadınlar üzerinden tüm Doğu Bloku kadınlarına transfer ediliyor ve tüm Doğu Bloku kökenli kadınlar “nataşa” adı ile kodlanarak ötekileştiriliyor, tüm yabancı kadınlara hayat kadını imiş gibi bakılıyor. Bu da semte yabancılar eli ile iade edilen kozmopolit yapının, çok kültürlülük potansiyelinin ortadan kalkmasına ve konunun bir asayiş konusu haline gelmesine yol açıyor.*


Kaynakça

“Yenikapı”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Kültür Bakanlığı ve Toplumsal Tarih Vakfı Ortak Yayını, İstanbul, 1995, Cilt VII, S: 476
İlber Ortaylı, “Langa”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Cilt V, S:195
Semavi Eyice, “Eleutherıus Limanı ve Eleutherıus Sarayı”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Cilt III, S: 153
Albrecht Berger, “Thedosıus Limanı”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Cilt VII, S: 263
Zafer Karaca, “Teodoros (Ayıos) Kilisesi”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Cilt VII, S: 245-246
Baha Tanman, “Mercimek Tekkesi”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Cilt V, S: 394
İ. Aydın Yüksel, “Katip Kasım Camii”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Cilt IV, S: 491
Wolfgang Müler-Wıener, Bizanstan Osmanlı’ya İstanbul Limanı, Çev.Erol Özbek, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, S: 8-9 İstanbul, 1998
Eremya Çelebi Kömürciyan, İstanbul Tarihi, Onyedinci Asırda İstanbul, Tercüme ve Tahşiye: Hrand D. Andreasyan, hazırlayan: Kevork Pamukcıyan, Eren Yayıncılık, İstanbul, 1988, S:3
Pars Tuğlacı, İstanbul Ermeni Kiliseleri, Pars Yayın Limited Şti., İstanbul, 1991
Eminönü Camileri, Türkiye Diyanet Vakfı Eminönü Şubesi, İstanbul, 1987, S:16-61-62-131-132
Hüseyin Ayvansarâyî, Hadikatü’l Cevami, İstanbul Camileri ve diğer dini, sivil mimari yapılar, H: Ahmet Nezih Galitekin, İşaret Yayınları S :72-73-98 186,294, 312,332
Tahsin Öz, İstanbul Camileri, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1987, S:78, 97, 107, 136, 148, 156
İbrahim Hilmi Tanışık, İstanbul Çeşmeleri, Maarif Matbaası, İstanbul, 1943, S:142
Çağlar Keyder, İstanbul Küresel ile Yerel Arasında, Metis Yayınları, İstanbul, 2000, S.31
Melek Güneş, Gece Hayatı Gündüz de Yaşanır, İstanbul Dergisi, Eğlence Kültürü, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul, Ekim, 2002, S:116
Şükrü Argın, Nostalji İle Ütopya Arasında, Birikim Yayınları, İstanbul, 2003, S.231
İrvın Cemil Schıck, Batının Cinsel Kıyısı, Başkalıkçı Söylemde Cinsellik ve Mekansallık, Çevirenler: Savaş Kılıç ve Gamze Sarı, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2003 Edith Wyschogrod, Azizler ve Alimler, İnsan Yayınları, İstanbu